İLETİŞİMsizlik BECERİLERİ

 

İLETİŞİMsizlik BECERİLERİ

 

Günlük hayatımızın neredeyse hepsini iletişim halinde geçiririz. Evde, işte, okulda, arkadaşlarımızın yanında, akrabalarımızın yanında, belediyede, otobüste, hastanede, eşimizle, çocuğumuzla, annemizle, babamızla ve tabiî ki kendimizle. Sürekli iletişim kurarız. Bu kadar sık yaptığımız bu davranışı tanıyor ve yeterince doğru yapıyor muyuz?

En yalın anlamıyla iletişim, kişiler arası düşünce ve duygu alışverişidir. Karşımızdaki kişinin duygu ve düşüncelerini ANLAMAyı, kendini etkili bir şekilde İFADE ETMEyi ve etkin bir şekilde DİNLEMEyi gerektirmektedir. Peki neden bu kadar çok iletişim kurma ihtiyacı duyarız?

İletişim ihtiyacımızın nedeni doğuştan getirdiğimiz bazı açlıklara dayanmaktadır. Bunlar; uyarılma ve tanınma açlığıdır. Sinir sistemimizin görevini sağlıklı bir şekilde yerine getirebilmesi için beyinde bulunan uyarılma sistemimizin düzenli olarak uyarıcılar alması gerekmektedir. Yapılan bazı araştırmalar, bebeklik döneminde çok az uyarıcı alan (sevilmeyen, dokunulmayan, öpülmeyen, uyaransız bir alanda bırakılan vb.) bebeklerin zihinsel ve sosyal zekâsında geriliklerinin olabildiğini, hatta bazı vakalarda bebek ölümleri ile de sonuçlanabildiğini göstermektedir. Tanınma açlığı ise, başkalarının bizim varlığımızı gördüklerini veya hissettiklerini iletmesiyle doyurulur. Bazen var olduğumuzu hissetmek için olumsuz da olsa uyarıcılara ihtiyacımız vardır, hiç yoktan iyidir! Küçük bir çocuğun babasının kızacağını bile bile istemediği davranışı yapması buna bir örnektir. Bu açlıklar, iletişim sayesinde doyurulur. Sürekli aynı ortamda, aynı uyarıcılara maruz kaldığımızda uyarılma açlığımız yeterince doymaz, başka uyaranlar almak, diğerleri ile aktif iletişimler kurmak, beynimizin biyokimyasını olumlu anlamda etkilemektedir, kısmen ve geçici olarak uyarılma ve belki de tanınma açlığımız doymuştur. Günlük hayatımızda da düzenli olarak bu açlıklarımızı doyurmak için diğerleriyle, nesnelerle ve kendimizle iletişim kurduğumuz görülmektedir. Çocukluk döneminde yeterince tanınma ve uyarılma açlığı doyurulmamış kişiler, yetişkinlik dönemlerinde bu açlığı doyurmak için farklı arayışların içine girerek iletişim kurmayı sürdürürler. Popüler olabilmek için çabalamak, gerekli gereksiz her lafa karışarak konuşmak, dikkat çekmek için aşırı uçlarda giyinmek, uyuşturucu kullanmak bu iletişim şekline örnek gösterilebilir.

Neredeyse birçoğumuzun ebeveynleri, çocukluk döneminde, yaşadığımız bir olay sonrasında, “Ne hissettin? Ne düşündün? Sence karşı taraf ne hissetmiş ve düşünmüş olabilir?” gibi sorular sormamıştır. Onun yerine “Sen ne yaptın? Hiç böyle yapılır mı? Şöyle yapsaydın daha iyi olurdu. Bir daha böyle yaptığını görmeyeyim! Ağlanacak bir şey yok. Çabuk özür dile! Ne biçim çocuksun sen?” gibi yaklaşmıştır. Doğal olarak çocukluğunda bu şekilde yaklaşılan bizler yetişkin olduğumuzda, başkaları ile iletişim kurarken kendi duygu ve düşüncelerimiz, karşı tarafın duygu ve düşünceleri, o davranışı yapma nedenlerine pek fazla dikkat etmeyiz.

 Böylelikle hem başkaları ile hem de kendimiz ile sağlıksız iletişimler kurarız, samimiyetten uzaklaşır yetişkin oyunları oynarız. 

Aslında birçok iletişimimiz “Ben güçlüyüm, ben daha güçlüyüm!”ü kanıtlamak, göstermek için devam eder, çocukluktaki “Ben kazandım!” oyunları, yetişkinlikte de BEN GÜÇLÜYÜM”e dönüşerek sürer gider. Genellikle bizler, karşı tarafı dinlemektense kendimizi anlatmaya odaklanırız, eleştirel yaklaşırız, karşı tarafı suçlar ayıplarız, sorunu çözmektense sorunu büyütür büyütürüz, yapıcı değil de yıkıcı iletişim kurarız. Anlamayız, dinlemeyiz, sadece kendimizi anlatırız. Dinlediğini iddia ettiğimizde ise aslında çoğunlukla ne söyleyeceğimizi düşünürüz ya da karşı tarafın hatalarını bulmaya çalışırız.

Oyunlardan uzak, samimi ve sağlıklı iletişim becerisi geliştirmeyi öğrenmemiz için önce bazı düşünce yapılarını kendimizde geliştirmemiz ve sindirmemiz gerekmektedir. Herkesin farklı olduğunu, farklı şekillerde yetiştiğini ve farklı karakterlere sahip olduğunu ve en özünde herkesin saygıdeğer, iyi olduğunu kabul etmek, kendi davranışlarımızın sorumluluğunu almak gerekmektedir. Bu düşünce alt yapısını kendi içimizde sindirmek, dile kolay uygulaması zordur. Böylesine saygılı ve hoşgörülü bakış açısına sahip olmak, etkili iletişim kurabilmenin zeminidir, bel kemiğidir. Bu bakış açısı ile iletişim kurduğumuzda “Ben haklıyım, Ben güçlüyüm” oyunları oynamaktan uzaklaşırız. “Ben İyiyim, Sen iyisin” bakış açısı ile, aslında daha yoğun ve daha olumlu bir şekilde uyarılma ve tanınma açlığımızı doyururuz.

Oyunları bir kenara bırakalım, hoşgörülü ve anlayışlı bakış açısı ile iletişim kuralım. Açlıklarımızı negatif değil de, olumlu uyarıcılarla doyuralım. Eski, taa çocukluktan alıştığımız, “Ben senden daha iyiyim, daha güçlüyüm” oyunlarını bir kenara bırakalım. Sağlıklı iletişim kurmak için kendimizi biraz zorlayalım. 

Sevgilerimle…                                                                                                         

PSİKOLOG

Meltem Şahiner Öncül

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

DUYGU YÖNETİMİ; KAPLUMBAĞA TEKNİĞİ

PSİKOLOJİK OLGUNLUK

EN İYİ YOL BİLDİĞİN YOL MUDUR?