Kayıtlar

Mayıs, 2021 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

KIYASLAMANIN ÖZGÜVENE ETKİLERİ

  KIYASLAMA YAPMANIN ÖZGÜVENE ETKİLERİ   Ebeveynlerin yaptığı en önemli hatalardan birisi kıyaslamadır. Maalesef bizim toplumumuzda oldukça yaygındır. Neredeyse hepimizin hayatında bizden daha başarılı, daha sosyal, daha akıllı, daha güler yüzlü ve daha nice daha özellikleri ile gözümüze sokulan bir komşu kızı, bir kuzeni, bir sınıf arkadaşı vardır.   Zeynep’in yazısı çok güzeldir, biz onun kadar güzel yazamıyoruzdur. Mete, annesine ev işlerinde yardım ediyordur, biz televizyon, bilgisayar başındayızdır. Neşe, misafirlere hoş geldin diyordur, biz “yabani” gibi annemizin arkasına saklanıyoruzdur…   Ebeveynlerimizin bizi kıyasladığı bu dış ses, zamanla tekrarlandığı için kendi iç sesimiz halini almaktadır. “Ben girişken değilim, ben güzel yazamıyorum, ben başarılı değilim, ben atılgan değilim.” gibi. Eğer farkındalık geliştirmezsek iç sesimiz yetişkinlikte de sürer; sosyal medyada gördüğümüz bir meslektaşımızla kendimizi kıyaslarız ya da büyük ailemizdeki u...

MILGRAM İTAAT DENEYİ

  MILGRAM İTAAT DENEYİ   Otorite kavramı psikoloji bilimde uzun yıllardır incelenmektedir. 1920'li yıllarda Eric Fromm, 1950'li yıllarda Theodor Adorno, Daniel Levinson ve takiben Muzaffer Şerif, Solomon Asch, 1960-1970'li yılarda ise Stanley Milgram ve Philip Zimbardo gibi psikologlar ve psikiyatristler Faşizm Ölçeği, Otoriteryen Kişilik, Adorno'nun sarkacı, Grup Normunun Oluşması Deneyi, Uyma Deneyi, Hapishane Deneyi ve İtaat Deneyi gibi çalışmalar ile sosyal psikoloji literatürüne derin izler bırakırlar (Merak edenlerin ayrıntılı araştırmasını öneririm). Bu ayki yazımda sizlere Stanley Milgram'ın "İtaat Deneyi"nden kısaca bahsetmek istiyorum.   Sosyal psikoloji literatürünün en çarpıcı deneylerinden biri Milgram'ın İtaat Deneyi'dir. Yale Üniversitesi'nde psikolog Stanley Milgram, 1960'lı yıllarda ikinci dünya savaşı sonrası Yahudi Soykırımında yer alan yüz binlerce subayın "Sadece İtaat Eden Yardakçı" savaş suçuyla yarg...

Korona Virüsü ve Kararlarımız

  Korona Virüsü ve Kararlarımız Tüm dünya olarak 2020 yılı oldukça zor başladı. Avustralya’da yangın, depremler, Suriye’de mülteciler, İdlib'de şehit olan canlarımız, çekirge istilası ve derken artık tüm dünyayı saran Korona virüsü... Yaşadığımız tüm bu talihsiz olaylar, o konuyla ilgili bilgimizin ve farkındalığımızın artmasına sebep oluyor. Korona virüsü hakkında artan bilgi dağarcığımızda olduğu gibi. Daha önceden mikrop ve virüs arasındaki farkı bilmezken, şu an Sars, Mers ve COVID-19 arasındaki farkları bile bilir hale geldik. Virüsün kartonda kaç saat kalabileceğini, plastik bir yüzeyde ne kadar dayanabileceğini, damlacık yoluyla bulaşmanın ne demek olduğunu biliyoruz. Ellerimizi nasıl yıkamamız gerektiğini söylemiyorum bile. Bu süreçte birçok şey öğrendik ve öğrendiklerimizle hayatımızda dramatik değişiklikler yaptık. Evde kaldık, yakınlarımızla görüşmedik, hastalarımıza geçmiş olsuna, yeni doğan bebeklerimizi görmeye, annesi vefat eden komşumuza başsağlığına gidemedik. ...

AFFETMEK & ARDINDA BIRAKMAK

  “Sana bir sır vereceğim, sakın kimseye söyleme! Affetmek, ömrü uzatıyormuş!”.   Bir olayı ya da kişiyi affetmemek; kişinin üzerinde psikolojik bir gerilim oluşturur, stres düzeyini etkiler. Kortizol hormonunun seviyesi artar, kaslar gerginleşir. Hem psikolojik hem de fiziksel gerilim artar. Bu gerilim, kan basıncının artmasına, kalp hastalıklarına, hipertansiyona, şeker hastalıklarına neden olabilir. Yaşadığımız bir olayı, bir kişiyi ya da kendimizi affetmek ise, kişinin hem fiziksel hem de psikolojik gerginliğini azaltır, kişinin rahatlamasına, iç huzur sağlamasına, kendine güvenmesine neden olabilir.   Affetmek nedir? Affetmek, hak etmediği bir acıya maruz kalmaktan dolayı acı çeken kimsenin olaya sebep olan kişiye karşı cezalandırma ya da intikam alma duygusundan vazgeçerek, o kişiye merhamet etmesi olarak tanımlanmaktadır. Literatürde affetme ile ilgili birçok alanda farklı farklı araştırmalar vardır. Psikolojide, pozitif psikolojide, sosyal psikolojide,...

YETİŞKİN YANIMIZ

  YETİŞKİN" YANIMIZ Gün içinde binlerce "şey" yapıyoruz; mimiklerimizden düşüncelerimize, yemek yeme davranışlarımızdan ebeveyn tutumlarımıza, beden hareketlerimizden iç konuşmalarımıza kadar binlerce şey olup gidiyor. Ve bizler çoğu zaman bu şeylerin farkında olmadan kararlar veriyoruz. Olayları muhakeme etmiyor, akılcı bir şekilde, objektif değerlendirmiyor, doğrusunu yanlışını analiz etmeden yani otomatik olarak seçimler yapıyoruz. Kısacası; çoğunlukla erken çocukluk döneminde ve sonrasında nasıl alıştık ve öğrendiysek yetişkinlikte de öyle devam ediyoruz. Tıpkı bir bilgisayar gibi çocuklukta kodlanıyor, program kendini güncellemediği için yetişkinlikte de aynı programla çalışıp duruyoruz... Bebeklik ve çocukluk dönemi, karakter yapısının oluşumunda oldukça önemlidir. Yıllardır psikologlar bunu gözlemleyip araştırıyorlar. Bilişsel yapılarımız ve kimliğimizin alt yapısı erken çocukluk dönemde şekilleniyor. Yetişkinlikte ise, yeri ve zamanı geldiğinde, çocuklukta...
  YOKSULLUK YAŞAYANLAR AÇGÖZLÜYMÜŞ!             Ah şu genellemeler her zaman canımı sıkmıştır. Çoğumuz farkında olarak ya da olmayarak genelleme yapıyoruz; “Ankaralılar şöyle, Sivaslılar böyle, kırmızı giyersen şöyle…”  Bizler toplum olarak çoğunlukla eleştirel bakış açısına sahip olduğumuz için midir bilmem genelleme yapmayı seviyoruz galiba. Benim canımı sıkan, bu kadar da olmaz dedirten bir genelleme okudum. Bu cümleyi ve bununla ilgili düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.  “Yoksulluk yaşayan kişi, açgözlü olur. Tamahkâr olmaz.”  Bu genellemeye göre, hayatının belli dönemlerinde maddi zorluklar yaşayan kişilerin az ile yetinmedikleri, daha fazlasını bekledikleri anlaşılmaktadır. Düşünmeye başladım. Belki psikolojik yoksunluk ve psikolojik aç gözlülükten bahsediyorsa genelleme yapılmadan doğruluğu olabilirdi. Evet, çocukluk döneminde yeterince ilgi görmemiş, sevilmemiş, varlığı onanmamış bireylerin yet...

ATATÜRK GİBİ DÜŞÜN, SORUN YERİNE ÇÖZÜM

  ATATÜRK GİBİ DÜŞÜN SORUN YERİNE ÇÖZÜM   Sorunlarımızı çok önemsiyoruz sanırım, sorun odaklı düşünüyor, sorun odaklı davranışlar geliştiriyoruz. Bu özelliğimiz de nesillerden nesillere akıp gidiyor ve birçok alanda da örneklerini gösteriyor. Örneğin bir arkadaşımızı gördüğümüzde hemen ülkemizin halinden, maddi sıkıntılarımızdan, çocukların masraflarından, sevdiğimizin zaaflarından dem vuruyoruz. Bizi çekemeyenleri çekiştiriyor, “Bunlara da iyilik yaramıyor” diye dertleniyoruz. Dertleşmek için kendimize ve arkadaşımıza özel zamanlar yaratıyoruz; “Gel kahve içelim, biraz dertleşiriz”. diyoruz. Dertleşmek de öyle herkesle olmuyor,”Dost”la oluyor. Bir kişinin dostluk makamına ulaşabilmesi için de dert ortağı olabilmesi, “dertleşme becerisini” geliştirmiş olması gerekiyor.   Sorunlarımız, sıkıntılarımız, dertlerimiz ve bunun odağında oluşturduğumuz ilişki biçimimiz çoğunlukla sorun odaklı gibi gözüküyor. Bu durum şarkılarımızdan, dizilerimize; sohbetlerimizden, bulu...

KADIN VE ŞİDDET

  ŞİDDETİ SÖNDÜRELİM Geçen ay güzel bir gülüş, yolun başında bir can daha kurban oldu erkek şiddetine. Hepimiz derin bir acı duyduk. Yine mi dedik, bu son olsun dedik, ailesinin yerine kendimizi koyduk kahrolduk, sabır diledik. Hepimizin kanırtarak kanayan yaralarımızdı Pınar, Emine, Münevver, Özgecan, Şule… Gün geçmiyor ki bir taciz, bir şiddet, bir cinayet, bir tecavüz haberi duymayalım. Ve biliyoruz ki Pınar son değil. Haberlerde bu olayları öğrendikten sonra hepimiz farklı tepkiler veriyoruz. Kimimiz küfrediyor, kimimiz normal karşılıyor, kimimiz mağduru suçluyor, kimimiz hüngür hüngür ağlıyor, kimimiz sosyal medyayı sarsıyoruz. Verilen tepkilerden birine dikkat çekmek istiyorum; “Mağdur Suçlayıcılığı”, yani işlenen suçun müsebbibi olarak mağdur görülüyor, suçtan sorumlu mağdur tutuluyor. Hâlbuki suçtan, suçu işleyen sorumludur. “Tayt giyinmişti.”, “Evli adamla birlikteymiş zaten.”, “O saatte ne işi varmış.” gibi ifadeler suçlunun sorumluluğunu elinden alan, suçluyu nor...

SİGARA ANCAK BENİM DÜŞMANIM OLABİLİR!

  SİGARA ANCAK BENİM DÜŞMANIM OLABİLİR!   2012 yılı Küresel Yetişkin Tütün Kullanımı Araştırması (KYTA) istatistiklerine göre; ülkemizde 15 yaş ve üzeri bireylerin her gün veya ara sıra tütün kullanma oranı %27’dir. Ayrıca 15 yaş ve üzeri erkeklerin ise %41.4’ü sigara kullanıyor. Bu durumu zaten günlük hayatımızda görüyoruz. Bir grup arkadaşımızla bir araya geldiysek bazen yarısından da fazlası sigara içiyor. Toplu bir etkinliğe gittiysek, neredeyse herkes sigara içmeye çıkıyor. Araştırmada sigarayı bırakmaya teşebbüs edenlerin istatistiği de inceleniyor, her gün veya ara sıra tütün ve tütün mamulü kullanan 15 ve daha yukarı yaştaki bireylerin son 12 ay içerisinde tütün ve tütün mamulü kullanmayı bırakmaya teşebbüs eden kadınların oranı %44,9, aynı oran erkekler için ise %41,8’dir. 12 ay içerisinde bırakmayı planlayanların oranı %35,4 olarak elde edilmiştir. Ayrıca bu araştırmanın dışında iki ayrı çalışmada ise; ülkemizdeki sigara bırakma oranı ise %9.4 ve %9.9 olarak rap...

SEÇİMLERİMİZ Mİ BİZE, BİZ Mİ SEÇİMLERİMİZE YÖN VERİYORUZ?

  SEÇİMLERİMİZ Mİ BİZE, BİZ Mİ SEÇİMLERİMİZE YÖN VERİYORUZ?   Seçimlerimiz mi bize, biz mi seçimlerimize yön veriyoruz?  İleriye mi gideceğiz, geriye mi?  Başa dönüp dönüp duracak mıyız, yoksa gelişecek miyiz?  Yapıcı olmayı seçip hafifleyecek miyiz, yoksa yıkıcı olup yüklerimizi ağırlaştırarak sırtlamaya devam mı edeceğiz? Diyelim ki seçimlerimiz bize yön veriyorsa, o halde seçimlerimize ne yön veriyor? Her şeyin başladığı yer, daha cenin olmadan önce. Anne ve babamızın verdiği karar, bizi oluşturuyor. Aslında seçim dediğimiz şey en başından tamamen bizim dışımızda. Anne ve babamızın bilinçli ya da bilinçsiz davranışı ile başlıyor. Tam da bunu anlatmak istiyorum. Evet, “Neyin seçiminden bahsediyorsun, ben  Afganistan’da değil de İngiltere’de soylu bir ailede doğsaydım, seçimlerim benim kontrolümde olacaktı. Şimdi ben mi seçiyorum bu hayatı, ben mi seçiyorum çaresizliği?” söylenebilir. Haklılık payı da yüksektir. Gerçekten toplumsal yaşantı, çevre, ...