KARARLARIMIZIN SORUMLULUĞUNU ALABİLİYOR MUYUZ?
Kararlarımızı etkileyen şeyler
nelerdir? Davranışlarımıza neler yön verir? Hayatımızı neler şekillendirir?
Kararlarımız hem günlük hayatımızı hem
de geleceğimizi ziyadesiyle etkilemektedir. Karar vermek hayatımızda önemli
dinamiklerden biridir. Kitap okumak, ellerimizi yıkamak, bir kişi ile iletişime
geçmek, bir hayvan sahiplenmek, çocuk sahibi olmak, taşınmak, yeni bir iş
kurmak ya da su içmek… Gün içinde bu örneklerde olduğu gibi büyük küçük, etkili
etkisiz, önemli sıradan binlerce karar alırız.
Aldığımız kararlar ise birçok
paradigmadan etkilenir. Ruh sağlığımız, karakterimiz, fizyolojik durumumuz,
bağımlılıklarımız, ahlak seviyemiz, farkındalık düzeyimiz, sosyal zekâmız,
dikkatimiz kararlarımızı etkileyen başlıca faktörlerdir.
Kararlar alırken her zaman objektif,
rasyonel, gerçekçi değilizdir. Çoğu zaman mantıklı muhakemeler yapıp karar
almaktansa, farkında olmadan otomatik bir şekilde kararlar alırız. Aldığımız kararların
kaynağını çoğunlukla başımıza gelen olaylar olarak görürüz. Öyle olduğu için,
böyle yapmışızdır (Etkiye tepki meselesi). Karşımızdaki şey/kişi/olay her neyse
o sebep olmuştur bizim öyle davranmamıza.
Kendi kararlarımızın sorumlusu bizim dışımızdaki şeydir.
“Beni çok üzdü, ağlattı.
Beni bağırttı. Küstürttü.”. Kendi davranışlarımızın sorumluluğunu kendimizin
dışındaki şeye verip edilgenleşiriz. Kararları kendimizin verdiğinizin farkında
değilizdir. Üzülmeyi, ağlamayı, bağırmayı, kırıp dökmeyi, sarılmayı, dil
uzatmayı… Biz seçtik. Zor ya da kolay olduğundan bağımsız yapabileceğimiz daha
binlerce davranış örüntüsü varken otomatik tepki vermeyi seçtiğimizin farkında
değilizdir.
Böyle
yaparak karar verme gücümüzü karşı tarafa verdiğimizin farkında mıyız?
Böyle yaparak yaptığımız
davranışların yani verdiğimiz kararların bizim aklıselimliğimizle verdiğimiz
kararlar olduğunun sorumluluğundan kaçınmış oluruz. Karar verme gücümüzü terk
etmiş oluyoruz. Gücümüzü karşıya bırakmış, kendimizi edilgen - pasif yapmış
oluyoruz. Sanki zorlanmışız gibi, sanki başka seçenek yokmuş gibi, sanki başka
bir şey için karar verecek gücümüz yokmuş gibi.
Bu çocukluktan bize miras kalmış, otomatikleşmiş bir
örüntü olabilir.
Ebeveynlerimiz biz bir olay
yaşadığımızda bize “Bu konu hakkında sen ne düşüyorsun? Sen nasıl hissettin?
Sence başka neler doğru olabilir? Sen hangilerini yapabilecek güçtesin?” diye bizi
sorgulamaya, pür haldeki kendimizi gözlemlemeye yönelten sorular neredeyse hiç sormadılar
ki. Ebeveynlerimiz yaşantımızı deneyimlemeye izin vermediler ki.
Ebeveynlerimizin takdirini alma ya da cezasından kaçınma baskısı altındayken,
durup fark edemedik ki ne yaşadığımızı? Durup bakamadık ki, tanıyamadık ki
gerçek duygu ve düşüncelerimizi, sindiremedik ki duygularımızı. Ebeveynlerimiz
bize ya nasihat ettiler ya duygumuzu bastırdılar ya görmezden geldiler ya da
küçümsediler. O yüzden şuan yetişkin olduğumuzu sanan bizler hala o çocuklukta
öğrendiğimiz kalıplarla kararlar alıyor, davranışlarımızı şekillendiriyoruz.
Hâlbuki bir olay başımıza geldikten
sonra yapabileceğimiz binlerce davranış var. Otomatiklik döngüsünden çıkarsak
fark edebileceğimiz alternatifler çok. Bizler bu seçeneklerimizden bir tanesini
seçiyoruz. Bu kararı biz veriyoruz, bu bizim seçimimiz. “Ağlamayı ben seçtim, gıdıklamayı
da seçebilirdim. Gitmeyi, terk etmeyi, kalmayı, gülümsemeyi, küsmeyi, sert bir
bakış atmayı ben seçtim.”.
Verdiğimiz kararların gücüne
varmak içinde, bu kararları vermeden önce durmak, izlemek, fark etmek
gerekiyor. Biliyorum yıllarca kendimizden uzak yaşayınca, insan kendine kolay
yakınlaşamıyor. Çünkü kendimize yabancılaşıyor ve tanıdıklık hissini vermeyen
bu kendimize yabancılaşma halini “tehlikeli” olarak algılanıyoruz. Yani özümüzü
tehlikeli olarak algılıyoruz. O yüzden “En iyi yol, bildiğin yoldur.” diyip
güvenli ama kendimizden uzak halimizle kararlar vermeye devam edip duruyoruz.
Artık otomatiklik döngüsünden çıkıp kendimize adımlar
atmanın, kendimizle kucaklaşmanın zamanı gelmedi mi?
Bu size davetimdir. Sizi
siz yapan duygularınızla tanışmaya, kendinizi olduğunuz gibi tanımaya ve kabul
etmeye bir davettir. Kendinize yakınlaşacağınız eşsiz bir yolculuğu
deneyimlemeye davettir. Kabul etmeniz umuduyla...
Psikolog
Meltem Şahiner
Yorumlar
Yorum Gönder