YALNIZLIK
YALNIZLIK
Pandemi ile
yaşamımızda daha çok varlığını hissettiğimiz bir kavramdır yalnızlık. Kimine
göre kaçınılması gereken bir durumken, kimine göre ise kucaklanılmalıdır. Yalnızlık, pusu kurup sinsice yolumuzu bekleyen
midir, yoksa benliğimize kavuşmamızı sağlayan göz alıcı bir masal mıdır?
Antik Yunan’dan
günümüze kadar tartışıla gelmiştir yalnızlık kavramı. Genel bir tanım yapmak imkânsızdır,
O yüzden gelin beraber psikoloji literatüründe yalnızlık kavramının nasıl
değerlendirildiğine kısaca bir göz atalım.
Yalnızlık kavramını
Psikoterapist Carl Rogers, kişinin başkaları ile arasında dikkate değer bir
iletişimin var olmadığını algıladığında yaşadığı bir durum olarak
değerlendirmiştir.
Benzer bir tanım
yapanlar arasında Şema Terapisti Young ve Kişilerarası İlişkiler Kuramının
kuramcısı Sullivan vardır. Young’a göre yalnızlık, doyum sağlayıcı sosyal
ilişkilerin var olmaması ya da birey tarafından bu şekilde algılanması
sonucunda ortaya çıkan psikolojik zorlanma belirtileridir. Sullivan ise yalnızlığı, kişilerarası
ilişkilerde yakınlık ihtiyacının karşılanamadığı durumda ortaya çıkan aşırı
derecede hoş olmayan bir deneyim olarak tanımlamıştır.
Kişinin yaşadığı
ilişkiyi, durumu nasıl algıladığı önemlidir. Bulunduğu ortamdaki kişilerin
sayısı belirlemez yalnızlık hissini. Kişi, başkaları ile çok az ilişki kuruyor
olabilir fakat ilişki düzeyinden memnunsa kendini yalnız hissetmeyebilir.
Aksine, kişi çok sayıda ilişki kurduğu halde daha fazla ilişki kurmaya ihtiyaç
duyup, kendini yalnız hissedebilir. Yalnızlık kalabalıklar içinde de olabilir.
Gelişimsel
psikologlar, erken çocukluk döneminde bakım veren ile bebek arasında güvenli bir
bağlanma olmasının, yetişkinlik dönemindeki beden - ruh sağlığı ve karakter
gelişimindeki önemini vurgularlar. Araştırmalara göre, erken çocukluk dönemini daha
sağlıklı geçiren bireylerin ileriki gelişim dönemlerinde daha az yalnızlık ve
kaygı duygusuna, daha yüksek öz-saygı düzeyine ve daha iyi akran ilişkilerine
sahip oldukları sonuçlanmıştır (Çok önemli ve geniş bir konu olan
“Güvenli Bağlanma” ile ilgili araştırıp, okumalar yapmanızı öneririm.). Erken
çocukluk döneminde, bakım verenle bebek güvenli bir ilişki kuramadıysa, bebek
yalnızlığa terk edilmiş olur. Böylelikle bebeklik döneminde yani oldukça
derinlerde yalnız olma hali ile güvensizlik, değersizlik, huzursuzluk, terk
edilmişlik duyguları eşleşmiş olabilir. Geçmişte yaşamak zorunda kaldığı
bu derin tecrübe sebebiyle oluşan duygular o kadar acı verici ve etkilidir ki,
kişi yetişkin olduğunda bu durumdan kurtulmak için elinden gelen her şeyi
yapar.
Evrimsel
psikoloji bakış açısına göre hayatta kalmak ve türün devamlılığı evrimin mihenk
taşlarıdır. Yalnız bir insanın doğada yüz binlerce yıl boyunca türünü devam
ettirmesi pek mümkün gözükmemektedir. Yırtıcı dişleri, kilometrelerce uzağı
gören gözleri yoktur. İnsanın hayatta kalmasını ve türünün devamını sağlayan en
belirleyici şeylerden birisidir sosyalliği. Yani insan türü, diğerleri ile
bir arada olduğu için hayatta kalabilmiştir. Tam da bu sebepten insanın
yalnız olma hali, bir tehdit olarak algılanabilir. Sosyal kabul arzusu olarak
tanımlanan bu durum yalnızlık ile tezattır. Evrimsel perspektiften yalnızlık,
hayatta kalamama korkusu, sosyal kabul görmeme duygusuna yol açabilecek
derinlikte bir olaydır.
Yalnızlığın Türleri
Yalnızlığın
pozitif ve negatif olmak üzere iki farklı tipte olduğu öne sürülmüştür. Pozitif
yalnızlık, bireyin ibadet, meditasyon, inziva, kendini gerçekleştirme, kendini
tanıma gibi durumlar için yaşamın günlük ritminden kendini gönüllü olarak geri
çekmesi ile ilişkilendirilmiştir. Negatif yalnızlık ise, kişinin çevresindeki
kişilerle ilişki kuramaması durumu ile bağdaştırılmıştır, bu durum gerçek
yalnızlığı ifade etmektedir.
Ayrıca
araştırmacılar varoluşsal yalnızlık ile yalnızlık kaygısını da birbirinden ayırmışlardır.
Varoluşsal
yalnızlık, bireyin kendisiyle yüzleştiği dönemleri içeren ve bireysel gelişim
için özgün bir yol sağlayan, insanın kaçınılmaz bir parçasıdır.
Varoluşsal yalnızlık otantik bir dönüşüm için bireye olumlu tecrübeler sağlayabilir.
Aksine, yalnızlık kaygısı, kişiler arasındaki temel yabancılaşmadan kaynaklanan
olumsuz bir tecrübedir.
Varoluşsal
Psikoloji ise, kişinin doğumdan ölüme kadar tek başınalığıyla yani aslında en
temel görünümü ile yüzleşebilmesi için yalnızlığa ihtiyaç duyduğu bakış açısını
benimser. Yalnızlık, insanın kendini tanımasına, kendini keşfetmesine, kendine
yaklaşmasına vesile olan bir durumdur. Yalnız kalmadan “Kendi”mizi tanıyamayız. Kendimize özgü değerlendirdiğimiz yaşam
deneyimlerimizde, kendimizi anlamak için acı verici de olsa yalnızlığa gerek
vardır. Yalnızlık acı verici de olsa dönüşüm için olumlu bir deneyimdir.
Kişinin
başkalarıyla ilişkilerinden soyutlanabilmesi otantikliğinin ve bağımsızlığının
başlangıcıdır. Yalnızlık kaygısı içinde olan kişi ise tamamen kendinden
uzaklaşır ve kendine yabancılaşır. Ancak başkalarından uzaklaşabilirsek,
kendimize yakınlaşabiliriz.
Son olarak
Nietzsche’nin güç istenci yaklaşımına göre, küçük büyük fark etmeksizin her
insan güçlü ve egemen olmak ister. Kalabalıkların içinde, metropol yaşamında
bunu bulamayan kişi bu arzuyu doyurmak için kendini, en güvende ve en güçlü
hissettiği yere dönmek isteyebilir. Orası anne rahminin temsili olan bir
yerdir. En yalnız, en izole olabileceği sakin bir yer olmalıdır, bu yalnızlıkla
gelen “Güvende ve Güçlü Olma” hissini veren her hangi bir yer yeterlidir. Ege
kasabasına yerleşme hayalleri, Ferrarisini satıp Himalayalar’a giden bilge olma
arzuları yeterince doyum sağlayamayan güç istencinden de geliyor olabilir.
Sevgi ve
saygılarımla…
Psikolog
Meltem Şahiner
Ayvalık Devlet Hastanesi
Bazen kalabalık icinde cok yalniz hissettigim oluyor. O zamanlar gercekten yalniz kalmak istiyorum. Işlediginiz konh icin tesekkur ederim yureginize saglık
YanıtlaSil